Finlandiya’da Yaşam Nasıl? Finlandiya’da Yüksek Lisans Yapmak

2 Paylaşım
2
0
0

Bu hafta, özellikle Avrupa’da yüksek lisans yapmak isteyenler için bize güzel bilgiler veren ve gerek Erasmus gerekse Yüksek Lisans için 3 yıldır Finlandiya’da bulunan Kubilay Kağan Özkan ile bir röportaj gerçekleştirdik. Finlandiya’da yüksek lisans yapmak için gerekli tüm bilgileri ve Finlandiya’da yaşam deneyimlerıne kadar birçok soruyu sizler için sorduk ve konuğumuz her bir sorumuza itinayla yanıt verdi. Ayrıca Finlandiya’ya yerleşmek isteyenler için açmış olduğu kardeş web sitesimiz Finlandiya Rehberim‘den bahsetmeden de röportajı sonlandırmadık. Eğer siz de soğuktan nefret edenlerden değilseniz ve Finlandiya hakkında çok şey merak ediyorsanız çayınızı, kahvenizi kapın soğuk bir yolculuğa başlıyoruz! 🙂

Huzurun ülkesinde doğayla bütünleşirken

Merhaba Kağan, öncelikle Seyahat Hikayeleri’nin konuğu olduğun için teşekkürler. Senin gibi yurt dışı deneyimi olan ve dünyanın farklı yerlerinde yaşayan ve gittiği ülkeyi Türkiye’ye tanıtan kişilerin çalışmaları önemli. İlk sorumuz bu sebeple Finlandiya Rehberim ile ilgili olacak😊 Finlandiya Rehberim ne zamandan beri var? Bize biraz sitenin içeriğinden bahsedebilir misin?

 

Ben teşekkür ederim, her zaman sizinle ortak bir şeyler yapmak isterim 🙂 Finlandiya Rehberim aslında çok uzun zamandan beri akılda olan bir proje olmasına karşın, isim olarak 2017 Mayıs ayından beri var. Şu anda YouTube kanalımda ve ilk geldiğim dönemden itibaren Instagram’da da bir şeyler paylaşmaya çalışıyorum. İçeriğine gelecek olursak tahmin edebileceğiniz üzere Finlandiya 🙂 Finlandiya’ya dair nerdeyse her şey. Şu ana kadar yaptıklarım, seyahatlerim (sadece Finlandiya değil, Nordik-Kuzey Avrupa ülkeleri de dahil), doğa, macera, Erasmus, yaşamım, görüşlerim, insanlar, kültür, sanat, müzik vb. alanlarda oluştu ve bunların hepsini bir arada dengeleyerek anlatmaya çabalıyorum ve daha fazla konuları da eklemek istiyorum, ekonomiden tarihe, yemekten eğlenceye dair birçok fikrim var. Kısmen YouTube’da neler yapmaya çalıştığımı yapmak istediğimi de buradan öğrenebilirsiniz.

Lapland’ın güzel tepesinden bir manzara

Ne zamandan beri Finlandiya’da yaşıyorsun? 
İlk olarak Finlandiya’ya Erasmus ile 2013-2014 yılında geldim sonra 1.5-2 yıllık bir aradan sonra 2016 yılında geri döndüm, şu an itibariyle aralıksız tam 2 yılımı doldurmuş bulunuyorum, toplamda 3 yıllık bir yaşam tecrübem var diyelim.

Finlandiya’daki hayatın nasıl geçiyor? Mutlu musun öncelikle bu çetin kışa sahip Kuzey Avrupa ülkesinde? 🙂

Hayat bence her yerde aşağı yukarı aynı, hep inişler çıkışlar oluyor bir şekilde. Hala hayatımı düzene koymaya ve buradaki yaşamıma tutunmaya çalışıyorum diyebilirim. Çetin kış çok da önemli bir şey değil açıkçası ve keyif almayı bildikten sonra hiçbir şey hayatta sorun olarak kalmıyor. Kış sporları oldukça keyifli sadece zaman ve para ayırmak gerekiyor:) Kışın en çok zorlayan tarafı ise kısa günler/karanlık ve güneşli günlerin azlığı. D vitaminsiz yaşam pek keyifli olmuyor ve insanı enerjisiz depresif yapıyor.

Çetin kışı keyifli hale dönüştürmek tamamiyle sizin elinizde 🙂

Finlandiya’da hayatım genelde Türkiye’de olacağıma kıyasla güzel geçiyor diyebilirim, en azından mutluyum burada olmaktan karşılaştırıp toplama çıkarmasını yaptığımda. Yaşam en azından daha huzurlu daha az stresli. Yazlar çocukluğumdan beri sokaktan kolay kolay içeri girmeyen bir çocukmuşçasına olabildiğince dışarıda, kışlar da iç mekanlarda arkadaşlarla, saunada veya sportif hobisel aktivitelerle geçiyor. Her sezonun ayrı bir güzelliği var ve yaşam oldukça basit. Doğaya yakın olmak en çok sevdiğim şeylerden biri, doğa aşığı olan birinin burada mutlu olacağını düşünüyorum.

Kışlar çetin olsa da yazlar da batmayan güneşiyle insana acayip bir enerji veriyor.

Peki hangi tür vizeyle geldin Finlandiya’ya ve Fince biliyor musun?

Finlandiya’ya yüksek lisansa geldiğim için öğrenci oturum izniyle/vizesiyle geldim. Henüz akıcı bir Fince bilmiyorum maalesef ama öğrenmek istiyorum. Günlük hayatta Fince’ye çok ihtiyaç duymuyorsunuz çünkü herkes çok iyi İngilizce konuşuyor, öyle olunca da Fince’yi öğrenecek bir pratik alanınız da pek olmuyor.

Finlandiya’da master yapmak kolay mı? Finlandiya’da master yapmak için şartlar neler?

Açıkçası Avrupa’dan buraya gelenler için oldukça kolay geliyor. Bizim içinse bence bazen kolay bazen zor. Kişinin geldiği bölüme de ve derslere de bağlı tabii ki. Benim üçüncü yılına girmiş bir öğrenci olarak çok kolay demem komik olur herhâlde 🙂 Teknik bölümler oldukça emek isteyen, zorlayan bölümler diyebilirim Türkler için, çünkü çok ciddiye alıyorlar.

Finlandiya’ya yüksek lisansa ilk geldiğimde bir heyecanla amfilerin güzelliğinden en ön veya en arka sıralara oturmaya doyamıyordum 🙂

Finlandiya’da yüksek lisans için her üniversitenin kendine özel bir şartı olabilir. Ben şanslıydım son ücretsiz eğitim başvurusunu yaptım ama hala oldukça fazla burs veriyorlar, sadece devlet üniversitelerden AB dışındaki öğrencilere yardımını kesti ama üniversitelerin çoğu tüm öğrencilere burs vermeye çalışıyor. Finlandiya’ya yüksek lisans başvuru şartlarında genel olarak dünyanın her yerinde de geçerli olan temel şartlar var: Diploma, Transkript-GPA (Not ortalaması, genelde en az 5 üzerinden 3), İngilizce Dil Belgesi (genelde en az IELTS 6-6.5 veya TOEFL 92), Motivasyon mektubu, Pasaport fotokopisi, Referans mektubu (her zaman gerekli değil veya isteğe bağlı ekleyebilirsiniz), başvurulan bölüme bağlı olarak CV, Portfolyo vb., bazen ekstra bir ödev, bazen de GMAT-GRE puanı gerekebiliyor.

Dünya’nın en çok takım adalarına sahip olan Finlandiya ve İsveç arasında yer alan Aland adalarında Erasmus’a ilk geldiğim haftasonu bisikletle turlarken trafik yoğunluğunun kanıtı 🙂

Şu anda bir işte de çalışıyorsun. Finlandiya’da çalışma hayatı nasıl? 
Evet bu yaz ciddi olarak çalışmaya başladım diyebilirim:) Finlandiya’da çalışma hayatını anlatabilecek kadar gözlem ve tecrübem olduğuna pek emin değilim, bilgi ve tecrübe sahibi olmadan da pek atıp tutmayı seven bir insan değilim. Ama şu ana kadarki gözlemlerimden, tecrübelerimden anlatabileceğim kültür olarak çok farklı olduğumuz. Biz açık ve net görevleri belirli bir hiyerarşi altında resmi şekilde ve son tarihe göre yapmaya alışık bir milletiz. Burada ise tam aksine işinin sorumlusu sensin ve ne kadar çok şey yapmak istiyorsan sana bağlı, biri sana bir şey demeden kendin sorumluluk alıp bir şeyleri yapmayı öğrenmen gerekiyor ve bir şeyleri yapman istendiğinde de bunu çok açık ve net şekilde değil de muallak bir şekilde sana bırakıyorlar. Bizim kültüre oldukça ters olduğu için alışması oldukça zaman alıyor ve neyi doğru, güzel yaptığını da pek bilmiyorsun çünkü çok kibar insanlar ve kötü olan bir şeye kolayca kötü demiyorlar 😀 Ayrıca direkt konuşmayı seviyorlar lafı dolandırmadan uzatmadan kısa olabiliyor. Genel kültür itibariyle ayak üstü konuşmalar ve boş boş konuşmalar pek yok. Ayrıca okulları gibi iş yerlerine de evleri gibi davranıp ayakkabıyla girmiyorlar 🙂

Kuzey ışıkları avcılığın nasıl gidiyor? İlk tepkin nasıldı? En güzel aurora tecrübeni anlatır mısın ve biz ne zaman gelelim?
Kuzey ışıkları avcılığını çok seviyorum ama yaz gelince beyaz geceler girdi araya 🙂 Şimdi sezon yeniden başladı ve son birkaç gündür bir şeyler var diye biliyorum takip ettiğim insanlardan görüyorum fakat ben kuzeydeki kuzey ışıklarını gördükten sonra güneydeki cılız ışıklar pek de cezbedici gelmemeye başladı. Evimin penceresinden görmek bazen tembelliğime, kolayıma geliyor. İlk yaptığım timelapse videosu öylesine soğuk ve rüzgarlı bir gecede olmuştu ki sabaha kadar tek kalan bendim ve 4-5 saatlik 1000 üzerinde bir fotoğraflama gerçekleştirmiştim.

Tampere’deki kuzey ışıkları tecrübelerimden en yoğun ve güzel olan aşırı rüzgarlı ve -5 -10 derecedeki 4-5 saatlik seyrimin sonundaki zafer pozum 🙂

Açıkçası benim ilk tepkim çok da acayip değildi çünkü kuzey ışıklarını Tampere’den gözlemlemiştim ve gözle görülen şeye herkes başta bir burun kıvırıyor çünkü kuzeyde ufukta cılız bir şey var yok ve herkes gözüyle çok iyi ayırt edemiyor ve fotoğraflarda görüneni göremediğini anlayınca hayal kırıklığına bile uğrayabiliyor. Esas gerçek kuzey ışıkları tecrübemi ilk olarak Lofoten adalarında yılbaşı gecesi yaşadım diyebilirim. Tamamen karanlık olan bu dönemde oraya sadece kuzey ışıkları görmek için gitmiştik ve şansımıza 3 gece hep bulutluydu hava. Yılbaşı gecesi umudumuz kırılmış olsa da ben pusuya yatmıştım ve arkadaşlarımı evde bırakıp adanın karanlık bir bölgesine gitmeye karar vermiştim. En güney ucunda bir fabrikanın park alanında tripodsuz deneme fotoğrafları çekiyordum acaba ışık kirliliğinden gözlerim göremiyorsa da bir yerde cılız bir şey var mıdır diye. Bir süre sonra hem fotoğraflarımda hem de gözümle bir şeyler var sanki hissini yaşadım. İlk başta gene bu mu yani cılız bir ışık diye düşünürken bi süre sonra ohaa geliyorlar çoook güzeeel yaa inanmıyorum diye çığlıklar taklalar atıyordum 🙂

Tampere’deki kuzey ışıkları tecrübelerimden en yoğun ve güzel olan aşırı rüzgarlı ve -5 -10 derecedeki 4-5 saatlik seyrimin sonundaki zafer pozum 🙂

En güzel tecrübem kardeşimin şansına ona söz vermem üzerine 4 gece (3 gece üst üste) İzlanda’daki gözlemimiz olmuştu. Ben daha ilk geceden oh ne güzel gördük kurtuldum aurora sözümün baskısından diye düşünüp ve gördüğümden mutlu sevinçliyken 2 gece sonraki sabaha kadar olan şova büyülenmiştim. Tripodum da yanımda olunca bu sefer sırayla kardeşimi, kendimi, arkadaşları sabaha kadar fotoğraflayıp durdum.

Kardeşimin şansına İzlanda’daki ilk gecemize aurora görmemizin üstüne toplam 6 günlük seyahatimizde 4 gece kuzey ışıklarını gözlemledik ki Ağustos ayının sonunda olacağına kimse inanmıyordu

İstediğiniz zaman gelin ama herkes kışın en yoğun olduğunu sanmasına rağmen en çok gözlemlenebildiği zamanlar ekinoks dönemleri yani Eylül-Ekim ve Mart-Nisan oldukça bereketli bir dönem 🙂 Bekliyorum sizle de bir kuzey macerasına çıkmayı ayarlayabilirsek 🙂

Senin gezdiğin her yerde kendine has şeyler yaptığını biliyoruz. Bunlar arasında yaptığın en çılgınca şey neydi?
Bu oldukça zor bir soru 🙂 Çünkü bir şeyi yapmadan önce ile yaptıktan sonra ona görece yüklediğin anlam değişiyor bence. Şu ana kadar benim en çılgınca yaptığım şey sanırım yaptığım şeyin çok çılgın bir şey olmasından değil de bizim olayı çılgın bir hale dönüştürmemizden kaynaklanıyor. Geçtiğimiz yaz, Lofoten adalarında bir önceki Noel’de tanıştığımız yanında kaldığımız Alman arkadaşımı tekrar ziyaret edip bol bol hiking yapmak istiyordum. Kendisinin de izni olunca beraber adaların batısındaki en yüksek zirve olan Hermannsdalstinden’e tırmanmaya karar verip yola çıktık. Sürekli iniş çıkışlarla dolu olan bu yürüyüş rotasında biz bir yerden sonra sürekli patikayı kaybetmeye başladık, aslında daha en baştan yanlış başladık 🙂 Yolun dışına çıkıp bazı yerlerde yolun dibimizden gitmesine rağmen (sonra videolarımda fark ettiğim) kendi kendimize yol çizdik.

Lofoten’in 2. en yüksek zirvesi Hermannsdalstinden’de ölümle yaşam arasında 🙂

Bir dağın zirvesine yürüyüş yapmak o kadar da zor değildir belki. Eğer yürüyüş patikasını takip ederseniz 🙂  Ancak, biz yolu bulduktan sonra 2-3 dakika içinde her zaman izini kaybediyorduk (Oysaki kolay dediler, izleyebileceğiniz bir yol var dediler) 🙂 Temelde keçiler gibi geziyorduk, kendi yollarımızı yaratıyorduk farklı zor arazilerde. Sonunda, yolda değilken zirveye çıkmak için yüksek taşlara zıplayıp tırmanmamız gerekiyordu. O anda, ciddi olarak burada ölebileceğimi hissettim (Ölmek için iyi bir yer diye de düşündüm 🙂 ). Her zamanki gibi, kimse benim nerede ne yaptığımı bilmiyordu (Mutlak Özgürlük!). Çoook uzun bir yürüyüşten (8-10 saat tırmanış, 6-8 saat iniş) sonra, Lofoten’in tepesindeki manzaralardan büyülenmiştim, o an zirvede küçük bir hatanın hala beni öldürebileceğini bilsem de. Tırmanma deneyimim hiç olmadan, çok aşırı yürüyüş yapmadan nasıl zirveye çıkmaya karar verdiğime inanamıyorum. Sadece arkadaşıma güveniyordum, risk alıp tekrar sınırlarımı zorluyordum! (inanın, riskler alın, sınırları zorlayın! 😉 )

Oldukça otostop maceran da olmuştu Avrupa’da. Bize otostop deneyimlerini anlatabilir misin? Ayrıca en uzun otostop rotan neydi?
Oldukça çok var ve nerden başlasam bilmiyorum ama nasıl başladım neler yaptım diye kısaca özetleyeyim. Otostopa ilk başlamam 2013 yılında Fransa’nın Alpleri’nde bir gönüllü kampında çalışmamla başlıyor, çünkü bizi dağdan indirip yakındaki bir şehirdeki festivale bıraktıktan sonra arabaya gönüllü kurumun ihtiyacı olduğundan kampa otostopla dönmemiz gerektiğini söylediler. Ve 7-8 kişilik bir grup olarak otostop yapmıştık ikiye bölünüp, 3-4 farklı araba değiştirip, farklı insanlarla tanışarak ve yolculuğu paylaşarak gitmek çok hoşuma gitmişti.
Esas olarak otostopu sürekli yapmaya başlamam ise Finlandiya’ya 2013-2014 yılında Erasmus’a geldikten sonra tanıştığım, çok sevdiğim İsviçre kökenli Finlandiya doğumlu arkadaşımdan hikayelerini dinleyerek olmuştu. Fransa’daki tecrübemden beri hep otostop çekmek istiyordum ama nasıl olurunu çok iyi bilmiyordum ama bunu tecrübeli insanlardan öğrenmek ve sonrasında hitchwiki gibi kaynak sitelerden yardım alarak en önemlisi de mantığımı, içgüdülerimi kullanarak kendimi baya geliştirdim diyebilirim. Bir sonraki yıl tek başıma uzun ve farklı bir güzergahta yola çıktım Balkanlar ve Avrupa’nın farklı yerlerini keşfetmek üzere. Türkiye’deyken tatillerimde de otostop çekmeye çalıştım.
Makedonya Yunanistan sınırına yakın bir Türk tırına denk gelince şoför koltuğuna geçtim hemen
Finlandiya’ya geri dönünce otostopa artık yaz kış devam ettim diyebilirim. En keyifli rotalarımdan birinde Tampere’deki evimden çıkıp Lapland üzerinden Norveç’in kuzey doğusuna Rusya sınırına gidip, sonra batıya doğru tüm kuzey sahil hattını otostopla gezdim; Nordkapp, Tromso ve Lofoten Adaları’nı. Keşke daha fazla zaman ve para olsa da daha çok otostop yapabilsem ama ikisinden biri illa ki olmuyor. Ben otostopta birçok insan gibi bir yere uçakla gidip sonra otostopu oradan çekmeyi sevmiyorum, benim otostop felsefem parasal dilenmek yerine çevresel ve insan odaklı. O yüzden de evimden çıkıp evime otostopla döndüğüm rotalar yapmaya çalışıyorum ve bu yüzden de şimdilik ve genelde yakın çevremde takılıyorum uzun bir yolculuğa çıkana kadar. Yüksek lisansa başlamadan önce Güney Amerika’ya yelkenliye otostop çekerek geçme hayalim vardı ama bakalım bir ara yapabilirim umarım.
Heidi’nin kırları otostop çekmekten en keyif aldığım yerlerdendi. Bu manzarada bir chalet’te uyuyup sabah taze inek sütü içmek otostopun insana sağladığı en güzel yönü olan bilinmeyene yolculuğun örneği 🙂
En uzun otostop maceram lisanstan mezun olmadan önceki yaz tatilimdeydi, çünkü mezun olunca yeşil pasaport gidecek korkusuyla gelecekte ne olur ne olmaz diyerek Mercedes’teki PEP stajımı bırakıp yola koyulmaya karar vermiştim. Kazandığım paraların biraz keyfini yaşamak isteyerek ve bir önceki sene yaptığım rotayı tekrar etmemek için İzmir’den Yunan adaları üzerinden Atina’ya geçip sonra otostopla yola koyuldum. 50 gün kadar evden uzak kaldım. Farklı bir Balkanlar rotası üzerinden Münih’e kadar geldim, sonra Köln’e, Stuttgart‘a ve Colmar-Strazburg’a geçip İsviçre içinde bir hafta kadar takılıp tekrar Münih’e dönüp bıraktığım eşyaları alıp Türkiye’ye otostopla geri döndüm.
Peki ya en tehlikelisi? Var mıydı otostop yaparken yaşadığın bir tehlike?
Tabii ki de olmaz mı 🙂 Herkesin zaten otostopa tehlikeli bir şey olarak yaklaştığını bildiğim için aslında pek anlatmalı mıyım bilmiyorum ama risk almayı ve analiz edip karar verme yetilerini geliştiriyorsun diyebilirim. Siz bir istediniz ben hangisini en tehlikeli bilemediğim için 2’sini anlatayım kısaca 🙂
Bir tanesi Alman arkadaşımla ilk defa Balkanlarda otostop çekerken yaşandı. Bir tane genç bıçkın gibi delikanlı gelip bizi arabasına almıştı ve arkadaşımla kısmen Almanca konuşuyorlardı ama arkadaşım çok saçma salakça bir Almanca konuştuğunu söyleyip huzursuz olduğunu söyledi ve bir şekilde rica edip durdurup indik arabadan. Ben kendim tehlikeyi hissetmesem de kendisi huzursuz olmuştu ve o sırada da bir tane taksi bize gelip durdu. Ben hiç istemesem de kendisi huzursuzluğundan ve yorgunluktan uğraşmak istemedi ve adama ikna oldu. Taksici adam da haliyle şerefsiz çıktı dediği fiyatın çok üstünde bir şey istedi. Ve sınıra 500m yakında olmamıza rağmen hiçbir şey yapamazsınız herkesi biliyorum istediğim parayı vermezseniz eşyalarınız vermem diyerek tehdit etmeye başladı. Ben de sinirimden kuduruyordum zaten tüm yol boyunca ve sonunda kavga edecek duruma geldik ama kız izin vermedi ve parayı ödedi eşyalarımızı aldık. Ondan sonra hiç otostopta para vererek bir şeye binmeyeceğim diye kendime söz verdim. Zaten ne olursa olsun, benim otostop etiğime karşıydı.
Karadağ’ın incisi Kotor’a da sarhoş sürücülerin arabasında gelmiştik, şşş, sadece son 5km idi neyse ki ve sarhoşlarla çok eğlenceliydi 🙂
Bir diğeri ise, arka arkaya nasıl bir şanssa aynı gün içinde resmen 3 tane tehlikeli-değişik tecrübem oldu. Karadağ’ı çok severek geziyordum ve şansım da çok yaver gidiyordu diyerek zor dağ yollarına girmeyi denemek istedim ki daha el değmemiş güzellikleri göreyim, doğanın içine dalayım istemiştim. 1-2 saat bekledikten sonra resmen hiç araba gelmeyince, tekrar ana yola çıkıp ana yol üzerinden gitmeye karar verdim. Arabasına alan adam yaşlı bir Sırp’tı ve hiç İngilizce bilmiyordu, ben de nereye gidersem gideyim işe yarar kelimeleri ve cümleleri öğrenmeye çalışırım ki iletişim kolay olsun, özellikle Balkanlar’da bu önemli insanlar bizim gibi çok İngilizce konuşmadığı için. Genel olarak da nerelisin sorusu kaçmaz bizim kültürde. Ben de Türk’üm deyince amca küplere bindi, çıldırdı ve küfürler etmeye hareketler çekmeye başladı boğazını kesme gibi tehditler savurdu. Bildiğin çok tırsmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum ve ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyordum. Hiç öyle kendimi koruyacağım bıçakmış spreymiş vs. şeyler de taşımam, insanlara güvenmesem zaten o yola çıkmam, öleceksem de ölürüm kafasındayım yani. En sonunda tırsmış bir halde arabasından inmeye ikna ettim beni bok gibi bir yerde de bıraksa. Hemen ardından Allah’ın hikmeti ya, bir tane karalar içinde bir papaz durdu, yanında bir köylü kadın ile, arabaya binince artık sus pus hiç konuşmadan durdum ki Türk’üm desem kesin gene sorun olacak diye.
Her ne kadar Sırp milliyetçisi bir amca tarafından ölüm tehlikesi yaşasam da beni yoldan alıp evlerine götüren bu Sırp aile insanları asla kategorize etmemeyi tekrar hatırlatıp, Sırp’lara karşı oluşmaya başlayan önyargımı kırmıştı.
Finlandiya Rehberim’i neden takip etmeli? Ayrıca hangi sosyal medya mecralarında var Finlandiya Rehberim? 
Bir gurbetçi yaşamına dair gözlemsel içerik yaratmaya çalışmanın yanında Finlandiya’yı tanıtmaya, yararlı bilgiler vermeye çabalıyorum. Buradaki yaşamı merak ediyorlarsa, benim yaşamımı ilgi çekici ilham verici buluyorlarsa beklerim. İnsanlardan öğrenmek istiyorum beni neden takip ediyorlar diye ve ne görmek, öğrenmek isterler, nasıl daha iyi yapabilirim geliştirebilirim kendimi gibi. Çok fazla takipçi, takip edilme üzerinde durmayı sevmiyorum, tabii ki büyük kitlelere ulaşmak istiyorum ama istediğim sevdiğim şekilde bir şeyleri paylaşıp bunların az da olsa bir kitleye ulaşması bana mutluluk veriyor, insanlara ilham verebilmenin yardımcı olabilmenin güzelliğini görebilmek yeterli benim için. Takip edebilecekleri ana mecralarım şu an için Instagram, YouTube, Blog, Facebook ve Twitter’da varım.

Çok teşekkür ederim bu keyifli sohbet için ve ilginç zorlayıcı sorularınız için, en kısa sürede görüşmek dileğiyle 🙂 Gönlüm istiyor bir Oktoberfest’e gelmek ama kısmet bir sonrakine kalacak galiba ama sizi bu kış burada görelim 🙂

 

Hatırlatma: “Finlandiya’da Yüksek Lisans Şartları, Finlandiya Vizesi, Finlandiya Eğitim Sistemi, Finlandiya’da İngilizce Yüksek Lisans, Finlandiya’da Yüksek Lisas Paralı mı, Finlandiyada Yüksek Lisans Bursu, Finlandiya’da Yüksek Lisans İçin Not Ortalaması, Finlandiya’da Master Yaparken Çalışmak mümkün mü, Finlandiya’da Eğitim Sonrası İş Aramak, Finlandiya’da Çalışma Hayatı, Finlandiyada yüksek lisans yapanlar, Finlandiya’da eğitim sonrası iş bulmak kolay mı?” gibi aklınıza takılan sorular varsa bu konular için de içerik üretmeye devam edeceğiz. Aklınıza takılan soruları ayrıca bize iletmekten çekinmeyin! 🙂
2 Paylaşım
Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *